Bugün size yepyeni bir terimden bahsedeceğiz. Evet, bu terimi biz hayatınıza sokuyoruz ama belki de kelime anlamı bir süredir sizin hayatınızda. “Minimaksist” yani kısaca sadeleşme hareketi üzerine konuşalım bugün biraz…
“Az çoktur” ya da “Küçük her zaman büyüktür”
Hadi kısaca düşünelim… Yeni bir eşyaya gerçekten ihtiyacımız var mı? Yoksa tüketim çılgınlığı içerisinde, özellikle indirim dönemlerinde bir ihtiyaç mı yaratıyoruz bazı ürünlere? “Çok inmiş fiyatı. Hemen almam lazım!” cümlesini ara ara hepimiz kuruyoruz değil mi? Önce pandemi dönemi, sonra ekonomi olarak dünyaca zor bir dönemden geçmemiz derken yavaş yavaş sadeleşmeye başlamış bile olabiliriz hep beraber. Ama sadeleşme – minimalizm zorunluluk değil de aslında bile isteye hepimizin hayatının bir parçası olabilir.
Adım adım sadeleşmek
Japonya’nın başı çektiği ve tüm dünyaya yayılan minimalist yaşam biçimi, öncelikle; “Gerçekten neye ihtiyacım var?” sorusuyla başlıyor. Moda olan, başkasında olup da “Mutlaka benim de olmalı” denilen ürünleri baştan almamak ilk adım olabilir. “Gerçekten ama gerçekten o indirimde olan ürüne ihtiyacım var mı?” “Onu nerede ve hangi sıklıkta kullanacağım?” “Bu ürünü almam, devamlı başka bir ihtiyacın başlangıcı olacak ve aslında bunu kullanmasam da olur mu?” Bu sorular, zaten hemen sepete atacağımız o ürüne yaklaşımımızı da değiştirecek. Son dönemde, yaşadığımız hayatın içinde internetten alışveriş yapmak o kadar kolay bir hale geldi ki, sepetimizi hazırlamak ve almak arasında saniyeler varken, bu soruları aklımızdan geçirmiyoruz bile. Hadi derin bir nefes alalım ve sepetteki o ürünleri, tek tek inceleyelim. Birkaçından hemen vazgeçeceğinize eminiz.
İkinci adım; gardıropları sadeleştirmek
Sabah işe giderken ya da arkadaşlarla bir kahve buluşması ya da sadece köpeği gezdirme görevi… Gardırobun önüne geçip, dakikalarca “Ne giyeceğim?!” sorusunun cevabını vermeye çalışıyorsak, eyvahlar olsun, o dolap çok dolu demek! Evde olduğumuz bir gün, birkaç saat yetecektir gardıropta giymediklerimizi ayıklamak ve bizden çok daha fazla, hakkını vererek kullanacak kişilerle paylaşmak. Bir kural var ya hani, “Bu mevsimde onu giymediysen, ihtiyacın yok.” Bu kadar acımasız olmayacağız. Araya pandemi, hayatımıza bir mola girdi. İşimiz değişti belki, evden çalışma düzenine döndük ama önümüzdeki günlerde eski düzen bir işe geri dönüş gerçekleşebilir. Ama artık, evimizin bir aile üyesi haline dönmüş, duygusal bağ kurduğumuz, giyilmekten eprimiş, dizleri çıkmış bir eşofman altına da ihtiyaç duymayız sanki, değil mi? Bir ufak hatırlatma yapmak isteriz, eskiliğinden kaynaklı olarak kendi giymeyeceğimiz bir kıyafeti de, başkasıyla paylaşmayalım olur mu? Onun yerine kıyafet geri dönüşüm kutuları da bir alternatif.
Sonraki adım; Kozmetik dolabına el atmak
Bir rahatlama gelmedi mi, poşetler dolup da ayıklamalar başladığında. Hadi hızımızı alamamışken, kozmetik dolabını da elden geçirelim. Ops! O yıllar önce alınıp da, dibinde azıcık kalmış bir maskara mı? Ya da ne zaman aldığımızı hatırlamadığımız cilt bakım kremi, cilt toniği ya da cilt temizleyicisi? Kullanıyor muyuz bu ürünlerin hepsini? Veya en son ne zaman kullandık? Hadi hiç hız kesmeden, devam! Son tüketim tarihi geçmiş olanlar; çöpe, kullanmadığımız ve son kullanım tarihi de uygun olanlar; çevremizde işine yarayacaklara!
Peki ya evin geri kalanı?
Tamam, yorulduk biraz. Bir kahveyi hak ettik sanki, değil mi? Kahveyi alıp, salona geçtiğimizde, çevreye bir baktık ki salon da dolu! Evet! Sadeleşme yaşam biçimi hayatımızın her alanına girmeye başladı bile. Kabaca bir liste çıktı bile. “Şu kenarı kırık tabak evde olmasa da olur. Şu bibloyu komşum çok mu beğenmişti? Ona hediye etsem? Bunu satabilirim…” Artık birçok ürünü, ikinci el sitelerinde satışta görüyoruz. Hadi öpüşelim, koklaşalım ve manevi değeri olanlar hariç vedalaşalım salonu ve hayatımızı dolduran milyon eşyayla. Hele bir de çocuk oyuncakları! O başka bir konunun başlığı ama cidden bu yaşam biçiminin en ihtiyaç duyulduğu konu başlığı; en hassas noktamız, yumuşak karnımız; çocuk eşyaları olabilir. Aylardır ve hatta yıllardır yüzüne bakılmayan ve ayıklanmayan saymakla bitmez çocuk oyuncakları… Size de güle güle… Temizliğin daha kolay olması da, cabası! Küçük bir öneri daha geliyor; oyuncakları satmadan ya da atmadan önce çocuğunuzla konuşmayı ihmal etmemeyi öneririz. Çünkü bizim için az değerli olan, doğa gezisinden evimize gelen o taş parçasına çok anlam yüklenmiş olabilir.
Sıra geldi mutfağa…
Mutfağımızda bir şeyler yetiştirmeye başladığımızda belki de ilk defa fark ettik, bir sebzenin ya da meyvenin olgunlaşması ne kadar da uzun zaman ve emek alıyor. Kültürel bir alışkanlık, kilo kilo alışveriş yapmak ama artık taneyle alışveriş dönemi geldi! Meyvelerin veya sebzeleri tüketmeden çürümeye başlaması, bir alarm bunun için. Aldıysak, tüketelim veya ihtiyaç duyduğumuz kadar alışveriş yapalım. Peki ya olan olmuş, alınan alındıysa ne yapmalı? Baktık tüketemiyoruz ve çürümeye başlayacak belli ki hemen bir yemeğe evirilsin ve sokaktaki patili dostlarımıza da bir öğün çıksın. Tabii tüm sebzeler ve bütün meyveler bunun içine girmiyor. O zaman, “Merhaba komşu!”